26 Nis 2013

Dark Horse


     Todd Solondz’un kendine has ironi dolu sinema dili her yeni filmde daha da güçleniyor. Bu onun bazı eleştirmenlerin ve seyircilerin gözünden düşmesine neden olsa da ortaya çıkan işler, Solondz mizahına alışkın olanlar için muhtemelen hem daha anlamlı, hem de daha eğlendirici oluyor.

     Kara mizah ana karakterini ve dünyayı ciddiye almamayı sever; hepimizin tanıdığı babadan meslekli ve özgüveni yüksek kilolu adamların bir buluşması olan ve aynı zamanda yetişkinlik beklentilerinin ortasına atılmış bir çocuktan farksız Abe’i anlatmanın en iyi yöntemi de kara mizaha başvurmak olsa gerek. Her şeyi yapabileceğine güveni tamken, sığındığı ve ayrılmayı düşünmediği odasına yeni oyuncaklar almak ve bir arkadaşı elinden tutup sürüklercesine, hoşlandığı kızı ufak odasında yaşatmak isteyen ve bulduğu nihai anne figürüyle de elbette sevişmek isteyen Abe, yalnızca karşıladığı kişilik tipini değil, hepimizi karakterinde topluyor. Kendisinden beklenenleri yapamamış ve yapabileceğine inancı –herkesin kendisi hakkında düşündüğü gibi- tam olan ancak bir yandan özyıkımcı bir çocuklukla büyümeyi bilinçsizce reddederken, kendisine dayatılan rekabeti de görmezden gelemeyen ve kardeşine nefret besleyen bu koca çocuğun ölümü, ironik dile rağmen kendisiyle özdeşleşmiş seyirciye de kendi kabullenemeyişinin ölümünü yansıtıyor. Solondz karakteriyle hem dalga geçer hem de ona sempati duyarken, ben de gözümü ister istemez Abe’i karşılaştırdığım kodaman oğullarından ve üst-orta sınıf gençlerinden kendime çeviriyorum. Solondz’un istediği gibi, kendime –ve size- acıyorum. Yapmak istedikleri dayatılmış, ve onu başarabileceğini öğütleyen popüler kültür öğeleriyle etrafı sarılmışlara.

Todd Solondz, 2011

8 Nis 2013

Tabu (2012)

     Yaşlı bir zihnin iz bırakan minimalist anılarından hareketle tipik ancak kurgulanışıyla sıradışılaşmış bir sınıflar arası aşkı anlatan Tabu, kendi anlatıcısının önüne yerleştirdiği çalışan siyahi insanlar ve kendi karakterlerinin münakaşalarının ardına yerleştirdiği diyalogsuz ses bandıyla sanatını devreye sokuyor.  Kayıp Cennet bölümüyle kendi gerçekliğinin sorgulanmasına izin veriyor, kendi ana karakterlerinin anılarını basit seçimlerle gelen büyük ideolojik sorgulamalarla neredeyse önemsizleştiriyor. Miguel Gomes bir nevi, dinlemeye bayıldığınız aşk hikayesini bir de ses ve görüntü bantlarının imkansız aşkı eşliğinde izleyin, diyor: Ses bandı aşk hikayesini aktarırken sömürülen Afrikalı işçiler çalışır, görüntü bandı karakterlerin aşkla yakınlaşmalarını aktarırken ses bandı yalnızca Afrika'nın böceklerini dinletir.