29 Eki 2013

Prince Avalanche

Prince Avalanche kimselerin uğramadığı yolların düz ve rutin çizgilerini çizmekle yükümlü iki yalnız adamın sevgiye ihtiyaçları üzerine kurulu, içe kapanık ve iyimserlikten uzak, tüm dönüm noktalarını geçmişte bırakmış bir film. Yine de, Explosions in the Sky'ın hüznün içinde barındırmaya devam ettiği minimalist sevecenlik gibi, canlı renklerinden ve sempati anlarından arınmamış bir hikâye.

Klasik olarak, Prince Avalanche iyi bir film değil. Çatışması somut bir karşılık bulamıyor, sevgi ümitsizliğini anlatıya daha çok diyaloglarla aktarıyor, Explosions in the Sky'a sırtını çok sık dayıyor... Ancak çoktan kaybedilmiş umutların da yeni aksiyonlara girişecek hâli kalmıyor zaten.

21 Eki 2013

Yeraltındaki Sahte Güneş: Sanat Pornografisi

Art Porn, X-Art, SexArt... Sanat pornografisi; pornografi sanatı değil. Sorgulanma nedenini, sanat nitelemesiyle kendiliğinden ortaya koyan bir alt tür. ABD’de iyiden iyiye yükselen ve artık birden fazla şirketin üretim paletinin en özenli kısmına yerleştirilen bu alt türün hedef kitle cinsiyetleri arasındaki oranın diğer alt türlere nazaran kadın tarafına daha çok puan verdiği açık; beden teşhirleme arzusu Fashion TV’den filizlenmiş, çekingenliklerinin önünü tanımı belirsiz bir estetik anlayışıyla perdelemiş ve içinde büyüyen feminizm kırıntılarını çürütmek adına erkek oyuncu seçimlerinin 'estetikliğine' ve kadın bedenini aşağılatan aksiyonlardan arındırılmış düzenlemelere sığınan bir kadın kitle. Erkeğin kadın cinsel organı ile ilgilenme süresine kadının erkek cinsel organı ile tek taraflı olarak ilgilenme süresinden daha uzun bir aralık ayıran, genellikle porno filmlerin doruk noktasını oluşturan erkek boşalmasını kadının yüzünü ve/veya ağzını nesne edinmekten kaçınarak genel kadın kitlenin rahatsızlığının önüne geçen veya doruk noktayı doğrudan kadının tatminine kaydırarak hedefini tamamen gösteren, ‘porno değil sanat yapıyoruz’ gizli önermesi taşıyacak şekilde sinematograf ismini ön plâna çıkaran bu filmler, olayın özüne bakıldığında, alışıldık ataerkil bir porno filmden çok daha ‘üç kağıtçı’ bir kıyafete bürünüyorlar.

Pornografi, bir yeraltı türü olmasının nedeni olarak, genel toplum düzeyinde yüzeye çıkarılmayan arzuların doyurulmasını özdeşleşme ve göz-beyin teması ile sağlayan, doğası gereği son derece bireysel olmak durumunda olan, somutlaşmış cinsel eylemlerin aksine en samimi arkadaşlık ortamlarında dahi tercih bahislerinin geçirilmediği ‘kirli’ bir tür. Toplum yapısının hem lider hem ağır sorumlu kıldığı aile reisleri ve vârislerinin bodrum katında tuttukları, içlerine yerleşmiş arınılması güç saplantıları yatıştırdıkları nitelikli bir oyuncak. Bu oyuncak, her film gibi, kuvvetini içeriğinin yaklaşımını biçimiyle destekleyerek alır; bu yüzdendir ki tüm sektörel genişlemelere ve seri üretime rağmen en yüksek talebini amatör kulvardan alır. Bunun bir sonucu olarak profesyonel şirketler senaryolarına mümkün olduğunca amatör ögeler yerleştirir; sokakta para ile tavlanan kızlar, seçmelerde acemi hevesleriyle temsilci ile birlikte olan kızlar, üniversite yurtlarında kendi aralarında filmler üreten gençler, partilerine ‘dancing bear’ çağıran orta yaşlı umutsuz ev kadınları… Her ne kadar hedef kitlesi kaydırılmış olursa olsun ve icra ettikleri sonucunda kitle edinmede başarı kazanmış olursa olsun, içerik ile ilişkisi olmayacak şekilde yumuşak, güneşli sinematografi ve beyaz dekorlar ile desteklenmiş ve arkasına düşük tempolu duygusal tema müzikleri döşenmiş bir porno filmi, neticede sanat pornosu değil tıpkı diğer türdeşleri gibi bir porno filmidir ve sanat niteliğine ancak onlarla birlikte, farklı yaklaşımların ikisini bir tutarak ortaya koyacağı önermeler neticesinde kavuşabilir.

18 Eki 2013

Thérèse Desqueyroux

'Fazla düşünme' kusurunun önüne geçmek için, daha da varlıklı olmak üzere bir mantık evliliği yapan Thérèse Desqueyroux, buna rağmen fazla düşünmeye devam eder ve kendisinin aksine, toplumsal engellere rağmen aşkını kovalayan çocukluk arkadaşının yaptığı seçimin 'fazla düşünme' kusurunu örtme konusunda daha doğru bir tercih olduğu gerçeğinin üzerinde yarattığı yaşamamışlık kompleksi yüzünden, çocuğunu kaybetmek uğruna kocasını öldürmeye çalışır.

Therese Desqueyroux kocasını öldürmeye çalışma gerekçesi olarak tüm arsalara sahip olma idealini gösterse de yalan söylediğini biliyoruz; fakat film Desqueyroux'nun kendinde eksik gördüğü kusuru çevreli bir şekilde göstermekte eksik kalınca, bu özyıkımcı, kendini dahi öyküden soyutlaştırabilecek kadar gerçekçilikten uzak yaşlılıkta bir dış görünüme sahip kendine-femme fatale kadın da sempati eksenimizden çok uzaklara düşüyor.

9 Eki 2013

Sabit Kanca

Sabit Kanca iyi bir film olmak için en ufak bir girişimde dahi bulunmuyor belki, ancak ana karakterinin hatlarıyla daha önce Yeşilçam'ın referanslarla değil ancak ruhuyla yakaladığı ve bugünlerde alternatif televizyon dizileri ve bazı sosyal medya karakterlerinin yansıttıkları kimliklerle örtüşen bir akıma dahil oluveriyor. Yalayıp yutmuş esnaf tabanlı, orta sınıfın bilişsel Clark Kent'leri. Damarından ataerkil ve bunu esprileriyle filme aktarmakta çekincesiz Sabit Kanca, para ödülünü mevzubahis etmediği yarışmaya sadece popüler ve genel kültür veritabanı olmuş beyninin tatmin olması için katılıyor. Para ile işi yok, 'sebat etmiyor', stüdyo dairede çok sevdiği köpeğiyle yaşıyor ve kadını bir et parçası olarak değil Hande olarak görüyor. Fallik esprileri belki havalarda uçuşturuyor ancak bu şahsına has üretimler olarak değil, beynine empoze edilmiş kültürün kalıntısı olarak 'akıyor'.

8 Eki 2013

Breaking Bad

Televizyon dizilerinin süreleri ve karakter yelpazeleri nedeniyle birbirinden kısmen de olsa ayrı işleyen öykü dizilerinin örülmesinden oluşması, tüm aksiyonu tek bir çizgide bütünlüğe kavuşmuş sinema filmlerine nazaran daha hafif tonlu ve dağınık oluşu, sinemanın televizyon üzerinde statüsel bir üstünlük kurmasına neden oluyordu. Bu resim belli network'lerin önderliğinde televizyonun içerik bağlamında cesurlaşması, kendini daha fazla ciddiye alması ve yazar-yaratıcıların başarılarıyla değişmeye başlasa da, sinemanın saflık (her bir sahnenin önem taşıması) ve bütünlük yüzdesine şimdiye dek en çok yaklaşan yapımlardan biri Breaking Bad olmalı. Ana hattan kısmen uzaklaşmış yan öykülerinin doruğa bu kadar doğrudan hizmet etmesi, taraf değiştiren birçok yönetmeni doğrular şekilde televizyonun artık sinemanın statüsüne yaklaştığını gösteriyor. Geniş karakter yelpazesinin aralarındaki aksiyon-reaksiyonlar yerine bir merkez karakter ve o merkez karakterin öyküsünü şekillendirecek bir grup yan karakterin, sahip olunan sürede derinlemesine incelenmesine yönelinmesi ve bunun sıkı zanaat (teknik) ile desteklenmesi, sinemanın televizyon karşısındaki en önemli kozunun da değerini elinden alıyor. Artık seyirci ile hem uzun hem sağlam bir ilişki kurulabilir, zamanın sihirli katkısıyla duygu ve düşüncelere daha nitelikli hitap edilebilir ve daha sıkı deneyimlere yelken açılabilir.

Breaking Bad karakterini hayatlarımıza yerleştirmek ve onun yoldan çıkışını makul hâle getirmek için gereken her şeyin fazlasını yerleştirmişti; imkânları kısıtlı bir oğlan, kendisini erkeklik boyutunda ciddiye almayan bir bacanak, karakterin kendisini ciddiye almayı başaramadığı bir meslek, mecburen icra ettiği ucuz yan işinde kendisini aşağılayan bir patron ve en önemlisi, ortaklarıyla geçmişini oluşturan; aşk, kendini gerçekleştirme ve ekonomi boyutlarında bir hüsrana yol açmış bir arka plân. Ve karakterin kaybedecek hiçbir şeyi olmaması için, kanser.

Seyircinin baştan beri bildiği fakat ana karakter tarafından ısrarla satılan 'ailem için yapıyorum' mazeretinin karakter tarafından final bölümünde reddedilmesi, beş sezonu bütünleştiriyor ve karakterin içsel yolculuğuna da noktayı koyuyor. Sahip olmakla yetindiği hayat ile kendini gerçekleştirememiş ve egosunun taleplerini yerine getirememiş Walter White'ın ölümle yüz yüze gelmesinin ardından soluğu alacağı yer, elbette bilinçaltı görevi gören ve hakiki kendisini arayıp bulacağı yer olan çöl. Walt yolculuğunun en önemli desteklerini bu arka bahçeden alır ve destekçisi de elbette hakiki kendisini temsil etmeyen hayatında önemli bir yer almayan eski bir öğrencisi olur.

Breaking Bad'in kusurları yok değildi. Yine televizyonun sinemaya meydan okumaları olan bazı dizilerin şiirselliğine yaklaşmıyor, zaman zaman birleştirdiği noktaların inandırıcılığını tam olarak sağlayamıyor ve sezon boyu bölüm başlarına yerleştirdiği ekimleri sezon sonunda zayıf biçmelerle karşılayarak güveni düşürüyordu. Ancak çok iyi yaptığı bir şey vardı; ana hikayeden uzaklaşmamak. Walter White ile özdeşleşmemizi sağlayan mağduriyetler, kusurlar ve hesaplaşmalar belli aralıklarla yeniden hatırlatılıyor ve eğrinin inip çıktığı seviye her sezon, daima daha yukarıya tırmanıyor ve nihai doruğu da daha yukarıya itiyordu. Beşinci sezonun ilk yarısı -bir yazarın elinden çıkmış olmanın cilvesi: bir roman aracılığıyla- bacanağın gerçeğin farkına varmasıyla sona ermesi zaten dizinin son perdesinin müthiş bir popülariteye ulaşacağına bir işaretti ve ana çizgisini sağlam ve duru kurmasının sağladığı güven ortadaydı: Birçok seyirci Dexter ile fiyaskonun tadını henüz almışken, kimse Breaking Bad'den sönük bir final beklemiyordu.

Beş sezonun sağladığı duygusal bağ ve yolculuğun verdiği deneyim, akla gelebilecek her türlü hatanın sorgulanmasının önüne geçti. Sıradan bir adamın yapabilecekleri bu kadar makul şekilde deneyimlenirken kimse bu Macbeth'in cadılarının gerçekçiliğini sorgulamazdı. Her ne kadar Breaking Bad, Walt'un eylemlerinin ardındaki esas sebebi bildiğini göstermesi ve meth aletleri arasında -kendi silahıyla da olsa- gülümseyerek ölmesi ile bir trajedi olmaktan sıyrılmış olsa da.