29 Ara 2013

Pozitia Copilului

Güç sahibiysen, suç işleyen evladı korumak için sistemin açıklarından faydalanmakta sınır tanıyabilir misin?

Child's Pose'un (Pozitia Copilului) hastalıklı bir anne oğul ilişkisini konu aldığının yazıldığına rastlıyorum ancak ne anne oğul arasında işaretleri verilen cinsel çekim kırıntıları ne de annenin kabahatli oğlunu hapis cezasından kurtarmak için kalkıştığı usulsüzlükler bu ilişkiyi hastalıklı yapmıyor; tam tersine, oğluna karşı sıkı bir bağ hisseden annenin sağlıklı tutumu bu -varlıklı olmanın çoklukla bir şekilde daha mümkün kıldığı, filmin atmosferi gibi soğuk bir gerçek. Politik doğrucu bir yaklaşım bu ilişkiyi hastalıklı olarak niteleyebilir ancak film merkezine aldığı anneyi, kurbanın alt sınıf ailesiyle karşılaştırıyor olsa dahi yargı kılıcını fazla keskinleştirmiyor. Bu ilişki bir yozlaşmayı değil, koruma içgüdüsünü aktarıyor.


28 Ara 2013

Gloria (2013)

Sosyal problemleri ensesinden alan yalnız bireylerin seması sinema. Yükselen Şili'nin yeni yıldızı: Bakışları yaşlı, ruhu genç Gloria. Sıyrılınamayan ailelerin ve cinselliğin ulaştırdığı yaşam hazzının ortasında kaybolmuş bir kadın.

Gloria her gece bunalım krizleri yaşayan genç üst komşusundan kaçıp kendisine gelen tüysüz kediye dokunamaz dahi; kediyi evden defetmeye bakarken, kendisini de torun torba sahibi olmuş bir aile kadını olmaktan uzaklaştırmaya çabalar. Ancak aşk adayı, kendi ailesinden uzaklaşmayı bir türlü başaramaz; ilişki denemesinin ikinci defa başarısız olmasının ardından Gloria tüysüz kedi ile, kabullenilemeyen bu kötücül hayvan ile barışır ve kendisine bir bar bahçesinde bahşedilen bol tüylü tavus kuşu (kadınların ve ailenin koruyucusu Hera!) ile yüzleştikten sonra bir erkeğin dans teklifini değerlendirmek yerine, ailesinin bulunduğu dans pistinde "varoluşunu kaybeder".

Filmin yapımcılarından Pablo Larrain'e nazaran çok daha birey odaklı Sebastian Lelio; toplum, karakterin sıkıntısına yoldaş olan tencere tava protestoları veya cevap verilmeyecek bir telefonu çaldıran sokak protestolarıyla yüzeye çıkıyor ancak. Bu yüzeye çıkmalar yine de ifade içermiyor değil; ne de olsa Gloria'nın ihtişamı, sadeliğinde gizli.

Nebraska

Minimal kahkahalardan derin sıkıntılar çıkaran Nebraska, trajedi olarak noktalanacak bir yol hikâyesiyken anlayışlı bir oğlun dokunuşuyla mütevazi bir başarı hikayesine dönüşüyor. Başarı hikayesi, çünkü herhangi bir başka türlü başarının da bu kısa başarı turundan öte geçerliliği yok.

Alexander Payne’in alışıldık biçemi gereği, komedi muamelesi yapmasanız da bir müddet sonra gülmeden duramayacağınız bir film Nebraska. Baba oğlun her insan gibi ufak ve çaresiz yaşamlarının yüzümüze vurmasıyla, acı bir gülümseme ve sevecen bir kahkaha kırmasına evrilmiş bir gülüş. Eriyip giden zamanın avucunda kaybolan yaşamın bıraktığı sahte gurur: “Oğullarıma bir şeyler bırakmak istemiştim.”

Ailevi duygular açısından tutuk ancak ölümün üstüne fırlattığı bunalımı kuvvetli Woody Grant, oğullarına bizim gözümüzde bir yolculuk anısından fazlasını bırakamamış olabilir ancak elde ettiği maddi imaj, varoluş krizini birkaç mahalle boyunca erteleyebiliyor.

27 Ara 2013

The Act of Killing

"Öldürdükten sonra kapatmadığım o gözler tarafından sürekli takip ediliyorum."

Bu blogda spoiler uyarılarında bulunmuyor, izleme deneyimiyle değil izleme sonrası deneyimiyle ilgileniyorum; ancak Act of Killing için istisnai bir şekilde bundan sonraki paragraf için spoiler uyarısı yapmam gerekiyor, çünkü gerçekliğin damarlarında dolaşan Act of Killing'in esas yumruğu son perdesinde gizli ve benim yüzümden bu yumruktan mahrum kalmanızı istemem.

The Act of Killing kuvvetini ne konusundan ne de yönetmenin kurgu ile ifade etme başarısından alıyor; etki, bin kişiden fazla insanı öldürdüğü söylenen Anwar Congo'nun simülasyon yoluyla kendisi ile yüzleşerek yaşadığı dönüşüm ile oluşuyor. Renkli gömleği ve neşeli gülüşleriyle, kurbanlarını nasıl öldürdüğünü kıyım avlusunda kameralara yeniden canlandıran Anwar, kurmaca için kendisinin de işkence sandalyesine oturtulmasının ve tüm diğer canlandırma süreçlerinin ardından yine aynı avluya, bu kez geçmişte de olduğu gibi daha koyu renkli ve resmî kıyafetlerle geliyor ve bu kez neşeyle bir canlandırma daha yapmak yerine, histerik kusma böğürtüleri yaşıyor. Çatışmayı canlandırmak üzere kullanılan çocukların çekim sonlanmasına rağmen ağlamayı durduramayışlarının gerçeği kurmaca ile bir kılmasına paralel bir şekilde, Anwar da kendi kurmaca işkencesini torunlarıyla birlikte izleyişinin ardından artık geçmişte bıraktığı ölü ve açık gözler tarafından daha sıkı kovalanıyor.

Joshua Oppenheimer, 2012

Zamanında komünistler tarafından yasaklanmaya çalışılan Hollywood filmleri Anwar'ın ilhamı; sinemadan mutlu bir şekilde çıktıktan sonra gerçekleştirdiği infazlar onun için güzel anılar, öldürme biçimleriyle zaten başlı başına bu filmlere birer saygı duruşu. Nasıl ki gangsterlerin (free men) seçmene rüşvet verip seçilerek haraç toplama yetkisine kavuştuğu sistem bir demokrasi, bu filmler de özgür adamlar için mutluluk ve yol haritası sağlayan birer kutsal kitap. Ne de olsa esas dinleri, üst üste altı kişinin menisini yutmuş bir kadından zevkle bahsettikten hemen sonra yapılan toplu dua ile icra edilen bir araç.

Müslümanların komünist infazını konu alan bir film, tarihi elbette arka plâna "halal" damgalı McDonalds'ı alarak bildirir. Yönetmenin koyulması zor mesafesi, karakterlerini karalamaya girişmek yerine onların düşüncelerini ön plâna çıkarmaya çalışırken kendisini minimal kurgu hamleleriyle ifade etmesi The Act of Killing'i yukarılara tırmandıran. İnsanlığın ortaya koyduğu vahşetleri, buna sebep veya aracı olanların iç dünyasına girmeye çalışarak anlatmak; iyi niyet pelerini takıp manipülasyona girişme gafletine düşmeden nasıl aktif rol alınabileceğini göstererek anlatmak.

The Act of Killing, sinema için yılın en önemli eseri olabilir.

24 Ara 2013

Prisoners (2013)

"Yanlışlarımızı bağışla, bizim bize yanlış yapanları bağışladığımız gibi."

Prisoners,  Keller'ın oğluna yukarıdaki ifadeyi de içeren bir dua eşliğinde geyik vurdurmasıyla açılıyor. Yaratıcısına ukalaca dilekte bulunan Keller, kendisine yapılan yanlışın -kendisine göre- öznesini bağışlamak bir yana henüz yargı oluşturamadan infaz ederken, kendisini yerin altına atacak Holly Jones (Melissa Leo) ona kendi dilinden açıklama yapıyor: "Çocukların ortadan kaybolmasına neden olmak Tanrı'ya karşı açtığımız bir savaştı... İnsanların inançlarını kaybetmesine neden oluyor ve onları senin gibi şeytanlara dönüştürüyor."

Denis Villeneuve, 2013


Her geçen günün seyircilerin bir filmi takip edebilme eşiğini düşürdüğü ve filmlerin sürelerinin kısalması gerektiği zannedilse de, bu daha çok Torrent doygunluğuna ulaşmış ve izlemeyi/deneyimlemeyi görev addetmişler için geçerli; 120 dakikadan uzun bir filmin bıraktığı izler, benzer içerik ve biçeme rağmen bu süreden daha kısa filmlerin bırakabileceği izlerden çok daha kuvvetli, sezinlediğim kadarıyla. Prisoners ise bir istisna; şimdilik yüksek olan izleyici puanlarına bakılırsa yine bunun ekmeğini yemiş, ancak alışıldık hikâyesini karşıt karakterlerine eklediği metinlere rağmen yeteri kadar özgünleştirememiş bir girişim. Treme'nin tüm kırışıklıklarına rağmen enerjisini koruyan yüzü Melissa Leo yaşlı saflığına yeterli inandırıcılık sağlayamayınca, bulduğu her eti on beş dakika yemeye girişen Prisoners'ın bir saati de öngörülen sonu bekleyişten ibaret oluyor.

22 Ara 2013

Crash (1996)

Henüz ölmediğini kanıtlamaya yönelmiş seks düşkünlüğünün, fantezideki gerçekliğin gerçeğin kendisinden daha ürkütücü olması gibi (Zizek), doruğa ölüme kavuşarak varması Crash'in bahşettiği. Cronenberg'in, değişen günün getirdiği ton beklentilerinin azizliğiyle artık tadı yeniden üretilemeyen, Moviemax Speed gecelerinin uyku ile uyanıklık arasında hissettirdiği süblim. Vaughan'ın bir kaza mahallinde gördüğü gibi; korkunç bir sanat eseri.

Beden ve araba bir; bacaktaki bir yarık, cinsel organa refleks gibi uzanır olmuş ellere giyilmiş eldiveni yırtan bir araba hurdasına özdeş baştan çıkarıcılıkta. Trafiğe eklenerek rekabeti yükselten her yeni araba, arka koltukta kendini gerçekleştiren bir diğer cuckold fantezisi.

Ballard, yarının korkulması gereken uzvunun arabalar değil, kendi ölümümüzün en 'zarif' değişkenlerini belirleyebilme hazzı olduğunu söylerken Vaughan uyarır: "Gelecek bu, ve sen de onun bir parçasısın."

David Cronenberg, 2006

21 Ara 2013

To the Wonder

Terrence Malick, artık kitleler tarafından anlaşılmaya ihtiyaç duymayan bir hikâye anlatıcısı gibi. To the Wonder, iskeleti serilmiş ve satırları seyirciye bırakılmış bir roman; ya da karakterlerinin hayat izlerinde gezinen, soğuk yüzleri bir rüya gibi rahatsızca kesip atan, kamerayla yazılmış uzunca bir şiir.

Avrupa'dan Birleşik Devletler'e geçen ve karşılaştığı temizlik ve çeşitlilik karşısında başı dönen küçük bir kız dahi bir müddet sonra bir şeylerin eksik olduğunu hissederken, yine buraya dışarıdan gelmiş yüreği soğuk bir peder arayışını başkalarının yüzlerine sözleriyle değil bakışlarıyla yansıtırken, mucize de başarılı bir sevgi gibi gelmek bilmeyen bir Godot oluyor. Çiftler aynı sahneyi tekrar deneyimlerken, neden dönüp dolaşıp aynı yere geldiklerini sadece içlerinden sorabiliyorlar. Kendine yardımcı olamayan peder kendini insanlardan soyutlanmış bir sevgiye, insanları birbirlerini iyi tanıyabildikleri aşklara yönlendirir fakat sevmek de mucize, kurtulmak da.

"Apartmanıma dönüyor
ve çöküyorum."