17 Ara 2014

Gone Girl (2014)

Yazar Gillian Flynn, kadınları sevmediği söylendiğinde suratına alaycı bir gülüş konduruyor olsa gerek; doğru ya, sinema tarihinin dörtte üçünden fazlasında sırıtan kötü adamların yazarları da öznefretlerini dışavuruyorlardı. Kolaycı çıkarımların zararı, doğrucu güdümlü, arzularına yabancı otosansürle yine yazılanlara uğruyor.

Yaşamını kalemiyle yazmaya çalışanlar kendilerini sık sık gündelik gerçekliklerini çatısıyla ve detaylarıyla oynanmış bir geleceğe taşırken bulurlar ve bu öyle hoşlarına gider ki, yaşamlarının geri kalanını bu kurmacada geçirme fikri pek bir cezbedici gelir zihne. Gone Girl, 4 Temmuz'dan bir gün sonra eyleme geçen Gone Girl, kısıldığı kapanı tembellik ve korkaklığından şiddete dönüştüren her bir adamdan, adamlar kitlesinden alınmış göz korkutucu bir intikam: Sana zekamı göstereceğim zaman zaman başarılı, zaman zaman işsiz, zaman zaman yakışıklı, zaman zaman sevimli, çoğunlukla vakte yorgun düşen ve eskiyen, akla ilk gelen zevklerden öteye geçememiş tip; sana zekamı göstereceğim ve seni beni uzun zamandır kendinden uzakta, kapalı tuttuğun sıcak görünümlü yuvana hapsedeceğim. Ve itiraz edemez, yuvamızı yıkmaya kalkışamazsın; çünkü onlar, dışarıdakiler, seni paramparça ederler.

Bu intikam elbette iktidar gözün sahibi seyirciye de yönelecekti; kadın uzun süre seyirciden fazlasını bilir ve günlüğünden yükselen voice over ile, diğer karakterlerle oynadığı gibi bizimle de oynar. Bu kuvvetini ve bizim her bir karaktere nasıl da sırasıyla, ayrı ayrı, en ufak bir yönlendirmeden bir evcil hayvan gibi etkilenerek sempati duymaya başladığımızı da doğrudan dillendirir ve donuk gözlerini kırpar.

Kafatasımı parçalamak mı istiyorsun? Bence sana kendimi sevdirebilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder