9 Şub 2015

Ida (2013)

Alışıldık bir, ‘ölüm sonrası’ yol hikâyesi, aslında yahudi olduğunu öğrenen bir rahibe ve hafifmeşrep bir yargıç ekseninde, soykırımla dirsek temaslı filmlerin ülkesi Polonya’ya taşınıyor ancak bu kez, temas bir kapanış niteliğinde: Ida, olanlar olduktan sonra artık kendilerine yönelmiş, yeniden bireyselleşmiş karakterler çevresinde kuruluyor. Kulağımıza çalınan bir arka plân cümlesi Yeni Polonya’dan söz ederken, Ida da teyzesiyle birlikte çıktığı yolculukta, henüz tanıştığı kimliği ve sahip olmayı seçtiği kendi arasında gidip geliyor. Kabullenme gerçekleşmeden evvel, hele ki neyi feda ettiğini henüz keşfetmemişken, elbette ipler komplekslerin elinde; gece eğlencesinden dönen teyzeye elindeki tek erkek olan İsa’yı da kaptırma ihtimaline tahammül edemeyen Ida’yı ancak, ufak flört sözcükleri uykuya yatırabilir.

Kabullenme ve tecrübeye girişme aşamasından sonra ise Ida, filme değerini veren seçimini yapar: Feda ettikleri, ‘yeni’ olmaya değer değildir. Ida’nın sakince geri dönüş yolunu teptiği plân ise, olabilecek en duru ve etkili twist.

Boxtrolls, The

Tipik bir toplum alegorisi animasyonu olarak The Boxtrolls alt sınıfı temsil eden kutu cücelerini şirin ve masum göstermeye hayli çabalıyor ancak onları dilsiz ve zekası düşük göstermekten de geri durmuyor. Orta sınıf, üst sınıfa yaranmak ve onlara katılmak için alt sınıfı ezmeye çabalar ancak kendini iyilerden görmeye fena hâlde ihtiyaç duyan kırmızı şapkalı orta sınıfın, ne yaparsa yapsın, elitliğin sembolü peynirlere alerjisi vardır; sınıflararası geçiş bu peynirsever dolu memleketin fıtratında yoktur.

Fury (2014)

Fury, dramatik sahnelere ulaşabilmek adına, felaket bir savaşın ortasında yer almıyorlarmış gibi başlarına sürekli iş açmaya çabalayan altı kişilik bir tank ekibini konu alıyor. Ekseninde yer aldığımız genç adam dahil, hiçbir karakterin kahramanlıklara atılmak için yeterli motivasyonu yok; savaşın buna ihtiyacı yok ancak filmin ne yazık ki var. Yine de hem aksiyonun, hem de o –muhtemelen filmin tohumları olan- dramatik sahnelerin kurgulanışı Fury’yi yükseltiyor.

Baba figürünün kendini feda etmesi ve genç adamı acı dolu bir tecrübeyle geri kalan yaşamına uğurlaması, alışıldık bir kahraman olma stratejisi. Brad Pitt’in bu kariyer adımı, elbette Bruce Willis’in kendini, kızını isteyen adam uğruna feda etmesi kadar (Armageddon) aşkın bir mertebeye atılmıyor ancak iki aktör arasında birtakım benzerlikler oluşmaya başlamadı değil. Yaşlanan bir Brad’den çok çekeceğimiz olabilir, ve savaş kahramanlığı adına bir kolaj çalışması olmaya yakın Fury de neredeyse bunlardan biri.

‘Wardaddy’ bir kez daha tank-siperinden çıktığında o ölümcül kurşunu yiyeceğini elbette biliyordu; fakat Brad olmak bunu gerektirir…  Tüm diğer dramatik anlardaki gibi (film bundan ibaret), bunu süzecek durgun saniyelere sahip olmamız ise filmin iyi yanı.